Yazılarım

Cezalandırıcı Ülke Modu

Oksijen gazetesinde, Talia Boşnak’ın DoktorTakvimi Türkiye Ülke Müdürü Hakan Türkoğlu ile yaptığı röportajda, Türkoğlu şu ifadeleri kullanıyor: “2024 yılında en çok randevu alınan branşın, 2023 yılı gibi psikoloji olduğunu görüyoruz. Bu durum, ülkemizin stres ve sıkıntı dolu sürecinin devam ettiğini ve toplumun bu süreçle başa çıkma ihtiyacını bir kez daha gözler önüne seriyor.” Peki, son iki yılda da en çok tercih edilen branşın psikoloji olmasının nedeni nedir? Bu durumun birçok nedeni olmakla birlikte, başlıca sebeplerden biri ülkemizin aşırı stresli ortamıdır. Gallup Araştırma Şirketi’nin 2022 yılında 100 ülke arasında gerçekleştirdiği Küresel Duygu Raporu sonuçları oldukça dikkat çekici. Türkiye, Avrupa’nın en sinirli ülkesi olarak öne çıkarken; anketin yapıldığı günden bir gün önce üzüntü ve stres yaşayanlar sıralamasında üçüncü sırada yer aldı. Peki, aynı gün zevk duygusunu tadanlar sıralamasında Türkiye kaçıncı sırada yer aldı derseniz: sondan üçüncü sırada!

Günlük tecrübelerimiz de aksini söylemiyor. Markete gittiğimizde, çalışanlara soru sorarken terslenme ihtimalini göz önünde bulundurarak en kibar şekilde iletişim kuruyoruz. Örneğin, kahveyi sipariş ederken kullandığınız dilin ters algılanıp garsonun size kötü bakmasına neden olduğunu düşünmek de mümkün. Ortaokula giden çocukların günlük siyaset tartışmaları yaptığı videolara rastlamışsınızdır; ayrıca, çevrenizdeki gençlerin geleceğe umutla bakmadığını da herkes bilir.

Bir şema terapisti olarak çalışırken çeşitli zorluklarla karşılaşıyorum. Yaşadığımız problemleri adlandırmak, onları fark etmemizi sağlıyor; fark ettiğimizde ise değiştirme olasılığımız artıyor. Ancak seanslarda, patoloji olarak tanımladığımız, yani günlük hayatta bize zarar veren unsurları adlandırmakta zaman zaman zorlanıyorum. Çalıştığım şema terapi ekolü, yeterince karşılanamayan erken çocukluk ihtiyaçlarımızın (örneğin; sevgi, ilgi, oyun oynamak, gerçekçi sınırlar vb.) sonucunda, “şema” adını verdiğimiz; düşünce, duygu ve bedensel duyumların birleşiminden oluşan inançlara sahip olacağımızı ve eylemlerimizi buna göre şekillendireceğimizi öne sürüyor. Şemaların, yaşam boyu gelişen örüntüler ve olumsuz yaşam olaylarının etkisiyle büyüdüğü belirtiliyor ve bu şemalar 18 başlık altında sınıflandırılmıştır. Ben de bu şemaları tespit etmekte zaman zaman zorlanıyorum. Yukarıda bahsettiğim “patoloji” kelimesi yerine “şema” terimini kullanabiliriz.

Bu şemaları tanımlayabilmek için, kişinin temel ihtiyaçlarına ulaşmasını engelleyen ve gerçekle bağdaşmayan unsurların bulunması gerekiyor. Örneğin, eğer kişi gerçekten kimsenin dürüst olabileceğine inanmıyor; insanların onu aldatacağını, kandıracağını ya da suiistimal edeceğini düşünüyor ise, bu durum Kuşkuculuk Şeması olarak adlandırılabilir. Ancak ya gerçek durum böyleyse? Yani, içinde bulunduğu çevrede herkes birbirini dolandırmaya, aldatmaya yönelik fırsat arayarak bu eylemleri gerçekleştiriyorsa, buna yine de “şema” denir mi? Böyle bir durumda bu durumu şema olarak nitelendirmek doğru olmaz. Peki, böyle bir çevre gerçekten mümkün müdür?

Birkaç şema üzerinden bu durumu yakından inceleyelim: Ne kadarının gerçek, ne kadarının şema, ne kadarının ise günümüz Türkiye’sinden kaynaklandığına bakalım. Danışanlarımın hangi şemaya sahip olduğunu daha iyi anlayabilmek adına Young Şema Ölçeği’ni uyguluyorum. Bu ölçek, elde edilen sonuçları dünya ortalaması ile karşılaştırıyor. Türkiye’de yaşayan bazı bireylerin şema düzeylerinin oldukça yüksek çıktığını gözlemledim. Şimdi, bu durumun tamamen bir şema mı yoksa ülkenin içinde bulunduğu gerçeklikten mi kaynaklandığını yakından inceleyelim.

Dayanıksızlık şeması olan kişiler, her an bir felaketin çıkmak üzere olduğuna, durumu kontrol edemeyeceklerine ve buna dayanamayacaklarına inanırlar. Bu kişiler, aniden bir salgın, doğal afet, parasını kaybetme ya da adli bir sorun yaşama gibi düşüncelere kapılırlar. Bu şemanın tedavisinde uygulanan başlıca stratejiler, öngörülen felaket olasılığını azaltmak ve bireyin bu durumun üstesinden gelebileceğine dair değerlendirmesini artırmaya yöneliktir. Peki, bu inanç yakın geçmişe baktığımızda ne kadar gerçekçi görünüyor? Daha önce de belirttiğim gibi, şemaların oluşumunda yaşam boyu gelişen örüntüler ve olumsuz yaşam olaylarının etkisi büyüktür. Ülkemizde ardı ardına yaşanan felaketler—depremler, yangınlar, seller, obruklar, salgınlar; tutuklamalar, hiperenflasyon, iş kazaları, şüpheli kadın ölümleri vb.—bireylerin bu şemayı geliştirmesinde etkili olmuştur. Özellikle dayanıksızlık şemasından muzdarip kişilerin, yaşadıkları durumun ne kadarının şemaya dayalı, ne kadarının ise gerçek bir kaygı olduğunu değerlendirmelerini önemsiyorum. Belki de Dayanıksızlık şeması değil, içinde yaşadığınız coğrafyanın gerçekleri vardır!

Karamsarlık şeması olan kişiler, hayatın olumlu yanlarını görmezden gelerek olumsuz yaşam olaylarına odaklanırlar. İş, finansal veya kişilerarası durumların er geç kötüleşeceğine ya da her şey iyi gidiyor olsa dahi en nihayetinde her şeyin yerle bir olacağına dair abartılı beklentilere sahiptirler. Bu şemanın üstesinden gelebilmek için, öncelikle bireyin geleceğe daha objektif ve pozitif bakmasını sağlamak gerekmektedir. Olumsuzlukları abartmayı bırakıp, olumlu yanları fark etmek hedeflenir. Yapılan araştırmalar da, hayata “aldatıcı bir parıltıyla” bakmanın daha sağlıklı olduğunu göstermektedir. Peki, günümüz Türkiye’sinde bu şemayla mücadele etmek size de çok güç gelmiyor mu? Her geçen gün açlık sınırının yükseldiği, insanların keyfi olarak işten çıkarıldığı ve çocukların ekonomi ile siyaset konuştuğu bir atmosferde, ordusuz bir savaşa girmek gibi olan bu mücadelede, gündemden umut verici haber alamamak karamsarlığı artırıyor. Belki de Karamsarlık şeması değil, hiperenflasyon vardır!

Kuşkuculuk şeması olan kişiler, gerçekten kimsenin dürüst olamayacağına inanır; bir şekilde insanların kendilerini aldatacağı, kandıracağı ve suiistimal edeceği düşüncesi içindedirler. Bu nedenle, insanlara karşı şüpheyle yaklaşır; özellikle romantik ilişkilerde kuşkulanır ve insanların iyi niyetli olmadığını varsayarlar. Bu şemanın tedavisinde ise, herkesin güvenilmez olmadığını, aynı zamanda güvenilir insanların da bulunduğunu aşılamaya çalışırız. Son zamanlarda esnafların yarattığı güvensizlik ortamında bunu anlamak mümkün. Yetkililer, fiyatları kontrol etmeye başlamış; belirlenen fiyatın üzerinde satılan ürünlerde ceza kesiliyor. Geçen gün haberlerde kesilen cezaların ne kadar çok olduğunu duyunca şaşırmıştım. Güncel haberleri takip ettiğimizde, kaçak alkolden tüketilen etin cinsine kadar birçok alanda dolandırıcılık olaylarına rastlıyoruz. Dolandırılmamak için birçok önlem almamız gerekiyor; hatta bir ürünün fiyatını beş ayrı yerden kontrol ettikten sonra kafamız daha da karışabiliyor. Ayrıca, sosyal kutuplaşma, toplumsal ayrışma ve adalet sistemine duyulan güvenin zayıflaması, bireylerin çevresine karşı daha şüpheci bir tutum geliştirmesine yol açıyor. Örneğin, “Kimseye güven olmaz” ya da “Başkaları hep kendi çıkarını düşünür” gibi düşünceler, insanlar arası ilişkilerde soğukluk yaratabiliyor. Belki de Kuşkuculuk şeması değil, sadece kandırılmamaya çalışıyorsundur!

Haklılık şeması olan kişiler, kendilerini ayrıcalıklı ve özel hissettiklerine inanır; başkalarının duygu ve ihtiyaçlarını göz ardı ederek, kendi isteklerini sürekli ön plana çıkarırlar. Bu şemaya sahip bireyler genellikle durumun farkında olmazken, çevrelerindeki insanlar bu durumdan şikayetçi olurlar. Tedavi sürecinde, öncelikle karşılıklılık prensibini kabul etmeleri sağlanır; yani, tüm insanların eşit haklara sahip olduğu öğretilir. Ancak, toplumun içinde bulunduğu koşullarda kıtlık ve adalet inancının yitirilmesi, bireylerin çevreyle uyum sağlamasını zorlaştırır. Alp Karaosmanoğlu da, herkesin yüksek mevkililer aracılığıyla avantajlı konumlar elde ettiği bir ortamda, Haklılık şemasının rahatsız edici vicdani boyutunu daha rahat görmezden geleceğimizi belirtir. “Ben yapmazsam zaten başkası yapar” veya “Başka türlü işimi göremem” gibi düşünceler bu şemayı besler. Maalesef, ülkenin mevcut durumunda, tanıdığınız olmadan iş yaptırmak neredeyse imkansız hale gelmiştir. Belki de Haklılık şeması değil, kaos ve kıtlıktan kurtulmaya çalışıyorsundur!

Son olarak, Cezalandırıcılık şemasından bahsetmek istiyorum. Eğer bu şemaya sahipseniz, hataları affetmekte zorlanır, her durumda suçlunun cezalandırılması gerektiğini düşünürsünüz. Bu tutum, kendinize karşı bile geçerli olabilir; hafifletici sebeplerin bir önemi yoktur ve bağışlamak sizin için oldukça güçtür. Bu şemanın tedavisinde, bireyin hem kendine hem de başkalarına karşı daha az cezalandırıcı, daha fazla affedici olmasına yardımcı olmak amaçlanır. Ancak, yaşadığımız ülkenin “Cezalandırıcı Ülke Modu”ndan çıkmaması, bu şemanın güçlenmesine neden olabilir. Toplumda cezalandırma kültürünün yaygın olduğu bir ortamda, bireysel hoşgörü geliştirmek kolay değildir. Sosyal medyada bir yorum yapmak tutuklanmaya, işçi olmak yüksek vergiye, alkol tüketmek ağır mali yükümlülüklere neden olabilir. Belki de Cezalandırıcılık şeması değil, içinde yaşadığınız sistemin “Cezalandırıcı Ülke Modu” vardır!

Bu şemalar, ister bireysel deneyimlerimizden ister içinde yaşadığımız koşullardan kaynaklansın, sağlıklı yetişkin tarafımız bunlarla başa çıkabilecek güce sahiptir. Hakkımız yendiğinde bizi koruyan, duygularımızı bastırmadan kontrol edip ifade etmemizi sağlayan, ihtiyaçlarımızı gözeten ve sorun çözme becerimizi destekleyen bir sağlıklı yetişkin modumuz vardır. Ancak bu mod zaman zaman ümitsizliğe kapılabilir ve problemlerin üstesinden gelemeyeceğini düşünebilir.

Böyle anlarda Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi bize yol gösterebilir:

“Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evladı! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.